"Evcilik", geçtiğimiz mayıs ayında 15. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında “Olay Yeri: Aile” bölümünde seyirciyle buluşmuştu. Elmas, “Evcilik”te küçük yaşta evlendirilen kadınların öykülerine odaklanıyor ve seyircisini ülkenin batısından doğusuna bir yolculuğa çıkarıyor. Kadınlar rızaları alınmadan, tercihleri sorulmadan, hayalleri yok edilerek küçük yaşta evliliğe kurban ediliyor. "Evcilik" henüz çocukken evliliği deneyimlemiş kadınların anlattığı öykülerle bu hak ihlaline dikkat çeken etkileyici bir belgesel.
Festival sonrası Bingöl Elmas’la film ve erken evlilikler üzerine küçük bir röportaj gerçekleştirmiştik. Bu vesileyle tekrar paylaşıyoruz.
Röportaj: Selen Doğan
‘Kutsal aile’nin gerçek yüzü
Bu filmi yaparkenki motivasyonun neydi?
Filmin çıkış noktası, Uçan Süpürge’nin erken evlilik sorununa dikkat çeken ‘Çocuk Gelinler’ projesiydi. O zamana kadar erken evliliklerin çoktan hal yoluna konulmuş bir mesele olarak düşünüyordum. Uçan Süpürge’nin yürüttüğü çalışmalarla erken evliliğin çok ciddi boyutlarda devam ettiğini ve kadınlarla, çocuklarla ilgili bildiğimiz her türlü sorunun kaynağı olduğunu fark ettim. Köy, kent fark etmeksizin her yerde küçük yaşta evlenmiş anne-babalarla karşılaşıyoruz. Ya kendimiz ya arkadaşımız ya komşumuz bir çocuk gelinin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Etrafıma baktığımda ablalarım, akrabalarım, komşularım, arkadaşlarımın anneleri neredeyse hepsi çocuk yaşta evlenmiş. Ve bu çocuk gelinlerin yaşadıklarının tanığıydım. Bu yakıcı mesele ile ilgili bahsetmek, fark ettirmek, sormak istediklerim vardı. Kendim de bir taraf olarak bu evciliklerin çocukların dünyasında yarattığı travmaları görünür kılmak; başta anne babaların, sonra toplumun aldığı bu kararlarla ilgili birazcık da olsa düşünmelerini, dönüşmelerini sağlamayı hedefledim. Bunu yaparken de amacım yaşananlarla ilgili bir yargıda bulunmak ya da kabahatli aramak değil, durumu neden ve sonuçları içinde anlamaya çalışmaktı.
Sinema cinsiyet eşitsizliğini deşifre etmede, ortadan kaldırmada ve eşitlikçi bir dünya ütopyasına ulaşmada nasıl bir rol oynuyor sence?
Öncelikle hangi sinema, cinsiyetçi olan ve bunu yeniden üreten mi yoksa bu konuda sayıca sınırlı da olsa özen gösteren ve çaba gösteren mi? Birincisinin toplumsal yansımalarını görüyoruz. Çizdikleri kadın ve erkek prototipi çok cinsiyetçi ve klişelerle dolu. Sinemanın bir kanat oluşturma ve toplum dizaynı konusunda ciddi etkisi olduğunu düşünüyorum. Tabii sistemin bir parçası olarak. O nedenle vicdanlı, samimi, sahici ve eşitlikçi olmalı. Sinemacı da yaşadığı dünyaya, coğrafyaya, topluma, etrafında olup bitenlere duyarlılığı olmalı. Sinemacı bence aydın insandır. Ve aydın olan bir bireyin, bir sürü hak ihlaline uğrayan kadını görme zorunluluğu vardır. Kadın ve çocuk meselelerine özel bir duyarlılığım var, yetebildiğim ölçüde işe yaramaya çalışıyorum.
Birçok hikaye dinledin filmi çekerken. Anlatmak, dile getirmek ne kadar kolay ve ne kadar zordu sence?
Filmde konuşan bir kadın şöyle diyor: “Evlilik mi? İnsanlar bana eziyet etmek için sıraya mı girmişti, yoksa başka bir şey miydi, ben hala adını koyamadım.” Bu feryat bu ülkede elbirliğiyle bir çocuğa neler ettiğimizin özeti aslında. Yasalarımızla, göz yumduklarımızla, uzlaştıklarımızla bir yaşamı nasıl çığırından çıkardığımızı anlatıyor. Ve öyle yara bere içinde kalmış bir hayat ki bir an önce düzeltmek için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Aynı kadın sözünü şöyle bitiriyor "Bir insan geleceğe baktığı zaman bir şey görür ama ben hiçbir şey göremiyorum. 19 yaşındayım ve 5 yaşında kızım var." Hikayesini paylaşan çocuk gelinler, başka çocuklar bunları yaşamasın diye kendilerini anlatıyorlardı, örnek olsun diye.
Küçükken evcilik oynar mıydın? Evlilik hakkında ne düşünüyorsun?
Evcilik oynardım ve çok da severdim, bunun bir oyun olarak kalması da benim açımdan büyük bir şans ve tesadüf. Ben de pekala çocuk gelin olabilirdim bu toplumsal koşullarda.
Uygulanan evlilik biçimlerinin çok ciddi sorunları olduğunu düşünüyorum. Kadının kendini vakfettiği, kendinden vazgeçtiği, bir sürü hak ihlaline uğradığı bir hal. Cinsiyetçiliği sistematize eden bir kurumsal yapı. Keşke başka türlü yaşanabilseydi. Kimsenin kimseyi sömürmediği, katlanmanın, kendinden ve hayallerinden vazgeçmenin olmadığı, dayanışılan, paylaşılan ve tek yastıkta kocanılan bir kurum olsaydı.